Türk Medeni Kanunu’nun 122. Maddesinde “Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir.” Hükmü yer almaktadır.
Bu hükme göre nişan nedeniyle nişanlılara verilen hediyelerin kanunda aranan birtakım koşulların birlikte gerçekleşmesi halinde geri istenebilmesi mümkün olup, ayrıca bu hediyelerin olağan dışı olması hususu oldukça önemlidir.
Nişan hediyelerinin geri istenebilmesi dava ile mümkün olduğundan, konunun uzman bir avukat yardımıyla takibi olumlu sonuç alma ihtimalini artıracaktır.
Adi/Harici daire / taşınmaz satış sözleşmesi, müteahhit/satıcı ile taşınmazı satın almak isteyen kişinin aralarında hazırladıkları, herhangi bir resmi makama düzenletilmeyen yazılı satış sözleşmesi olarak tanımlanmaktadır. Adi/harici yazılı daire satış sözleşmesinin gerçerli olabilmesi için, müteahhit veya satıcının dairenin zilyetliğini alıcıya devretmesi (Örneğin anahtarın teslimi) ve alıcının borcunu ödemesi gereklidir.Bahsedilen bu durumda, satıcı veya müteaahhidin sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmesi dürüstlük kuralına aykırı olacaktır.
İkinci olarak ise, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde ,müteahhit bir başkasının arsası üzerine daire yapmayı üstlendiğinden ve borcunu yerine getirdiğinde dairelerden bir kısmını kendi üzerine almak yönünde bir anlaşması bulunduğundan, daireyi müteaahhitten temelden ve tamamlanmadan satın alacak olan alıcının , müteaahit ile yaptığı sözleşme alacağın temliği hükmünde olup yazılı olması sözleşmeyi geçerli kılacaktır.
Bu gibi durumlarda meydana gelen anlaşmazlığın, hukuki yollarla giderilmesi gerekeceğinden , konunun uzman bir avukat vasıtasıyla takip edilmesi oldukça önemlidir.
Fazla ve yersiz ödeme, haklı bir nedene dayanmaksızın , bir kamu kurum veya kuruluşunca, ilgili kişiye yapılan ödeme olarak tanımlanabilir.Devlet memurlarına , kurumunca yapılan fazla ve yersiz ödemeler, kamu zararına sebep olduğundan, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümleri uyarınca geri istenilmektedir.Burada ise , geri ödeme yapılmadığı takdirde oluşacak anlaşmazlıkta, kimin dava açacağı, hangi mahkeme de dava açılacağı , memurun maaşından doğrudan kesinti yapılıp yapılmayacağı konusunda uyuşmazlıklar olmaktadır.
İlk olarak belirtmek gerekir ki; fazla ve yersiz ödemenin iadesi ile ilgili memura yazılı bildirimde bulunulmalıdır.Bu yazılı bildirim rızaen ödemeye davettir.Kurumun memurun maaşından doğrudan kesinti yapabilmesi mümkün değildir.Yazılı bildirim üzerine rızaen ödeme gerçekleşmesse , kurum tarafından icra takibi veyahut alacak davası açılması gerekmekte olup yazılı bildirimi alan memurun , yazılı bildirimin iptali talepli bir dava açması, bildirimin icrai bir işlem olmaması nedeniyle doğru olmamaktadır.(Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2020/3086 E. ve 2021/1015 K. sayılı Kararı)
İkinci olarak, devlet memuruna yapılan fazla ve yersiz ödemenin tahsilinde esasına dair kısa bir belirtme yapmak gerekirse ; bir idari işleme bağlı olarak yapılan ödemenin kurum tarafından geri istenilmesi, kural olarak , idari dava açma süresi olan 60 gün içerisinde mümkündür.Aksi takdirde , 60 günlük süreden sonra idari işlemin geri alınması hukuken mümkün olmayacağından, ödemenin iadesi talebi de hak düşümüne uğrayacaktır.Nitekim bu konu da Danıştay İçtihadı Birleştirme Kararı bulunmaktadır.
Sözleşmeli personel olarak çalışan kamu görevlileri, belirli süreli sözleşmeler ile çalışmaktadır.Sözleşme süresinin tamamlanması üzerine idarece kamu görevlisi ile yeniden sözleşma imzalanmaması yönünde kurumun bir takdir yetkisi varsa da , bu yetki sınırsız, soyut ve mutlak nitelikte olmayıp ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanılabilir.Bu bağlamda ; adli veya idari soruşturma geçirmemiş yahut görevinde başarısızlığı veya verimsizliğine dair bir tespit bulunmayan kamu görevlisinin sözleşmesinin uzatılmamasının hukuka aykırı olacağı kanaatideyiz.
Nitekim açılan benzer bir dava da "Olayda, Mahkememizin ................. tarihli ara kararı ile davacının görev süresinin uzatılmamasının somut ve hukuki gerekçelerinin açıklanması istenilmis ve davacının görev yaptıgı sürede geçirdigi herhangi bir adli ya da idari sorusturma bulunup bulunmadıgı sorulmus olup, ara kararımıza istinaden verilen cevap yazılarında; davacının görev süresinin uzatılmamasına iliskin somut bir neden belirtilmedigi, davacının görevde bulundugu sürede geçirdigi herhangi bir sorusturma veya almıs oldugu herhangi bir cezanın mevcut olmadıgının bildirildigi, ayrıca dava dosyası içeriginde de davacının görev süresinin uzatılmamasını gerektirir baska bir bir bilgi veya belgenin mevcut olmadıgı ve davalı idarece takdir yetkisinin kamu yararı ile hizmetin gerekleri dogrultusunda objektif olarak kullanıldıgının gösterilemedigi görülmektedir" denilmek suretiyle, sözleşmenin yenilenmemesine dair idari işlemin iptaline ve davanın kabulüne karar verilmiştir.
Av. Ahmet Burak ZANBAK
Türk Ceza Kanunu’nda yağma başlığı altında tanımlanan suç aslında cebir veya tehdit kullanılarak hırsızlık yapılmasından ibarettir. Ancak yasa koyucu, Kanun’da bağımsız olarak tanımladığı hırsızlık, cebir ve tehdit suçlarını bir araya getirerek bu suçlardan tamamen bağımsız bir yapıda olan ve ayrı bir ad altında başka bir suç ihdas etmiştir. Bu suç, suçların içtimai şekillerinden biri olan bileşik suça örnek teşkil etmektedir. Kendi içerisinde birden fazla ayrı suçu barındırmasına karşın, fail bunların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, sadece yağma suçunda öngörülen ve yaptığı eyleme karşılık gelen ceza ile cezalandırılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 148. maddesinin birinci fıkrasında “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibariyle büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde yağma suçu tanımlanmıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, (13.11.2018, 2016/6-1147E. ,2018/519K.) kararında ise yağma suçu; başkasının zilyetliğindeki taşınabilir malın, zilyedin rızası olmadan faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanılarak alınması olduğundan “zor yoluyla hırsızlık”, bir kişiye karşı kullanılan icbar araçlarıyla haksız bir menfaat elde etmek şeklinde tanımlanmıştır.
Yağma, başka bir kimsenin zilyetliğindeki taşınabilir bir malı fail tarafından uygulanan cebir veya tehdidin etkisiyle suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine rızası olmaksızın son verilmesi ve mağdurun bu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf hakkını kullanmasını olanaksız hale getirmektir. Uygulanan cebir veya tehdit sonucunda taşınır malın alınması veya mağdur tarafından teslim edilmesiyle; yani taşınır mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesiyle suç tamamlanır.
Suçun konusu olarak madde metninde sadece “mal” denilmekle yetinilmiş, taşınır mı taşınmaz mı olacağı hususunda bir açıklık getirilmemiştir. Bu ise öğretide tartışmalara sebep olmuştur. Madde gerekçesinde şöyle denilmiştir: “Hırsızlık suçunda olduğu gibi, yağma suçunda da, taşınır malın alınmasıyla ilgili olarak zilyedinin rızasının bulunmaması gerekir.” Madde gerekçesine bakılacak olursa suçun konusu hırsızlık suçunda olduğu gibi yalnızca taşınır mallar olabilecektir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bir kararında bu hususu açıkça ifade etmektedir.
Yağma suçu icrai hareketle işlenebilen seçimlik hareketli bir suçtur. Seçimlik hareketli bir suç olmasından dolayı ihmali işlenemez. Kanun bu suçun oluşması için iki hareketten en az birinin yapılmış olmasını öngörmüştür: Bu hareketler cebir veya tehditle bir malın alınmasıdır. Cebir, bir kimseye karşı zor kullanmadır fakat bu “zor’’ kullanma fiziki olmak zorundadır. Şayet zor kullanma herhangi bir fiziki temas olmadan mağdurun iradesine yönelik gerçekleşir ise bu yağma suçunun diğer seçimlik hareketi olan tehdit içerisinde değerlendirilir.Öte yandan, yağma suçunda TCK M.148/3 “mağdurun, herhangi bir vasıta ile kendisini bilmeyecek ve savunamayacak hale getirilmesi de, yağma suçunda cebir sayılır.”
1. Yağma Suçunda Cezayı Ağırlaştıran Nitelikli Haller:
2.Daha Az Cezayı Gerektiren Nitelikli Haller:
Kasten işlenebilen bir suçtur. Failin bilerek ve isteyerek cebir ve tehditte bulunması gerekmekle birlikte mağdura yöneltilen cebir ve tehdit malın alınmasına veya teslimine yönelik olmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/6-125E. 2020/341 kararında, “Yağma suçunun oluşması için suça konu malın sahiplenme kastıyla alınması şart değildir, yararlanma sadece ekonomik menfaati değil aynı zamanda bilgi edinmeyi ve bilginin yok edilmesini de kapsar, somut olayda söz konusu telefonun fotoğrafları silmek amacıyla geçici olarak kullanılma kastıyla alınması durumunda da yararlanma kastı gerçekleştiğinden yağma suçu oluşur” şeklinde belirtmiştir.
Konuta girilerek yağma suçunun işlenmesi halinde ise konut dokunulmazlığının ihlali suçu yağma suçunun ağırlaştırıcısı haline gelir ve yine bir bileşik suç durumu söz konusu olur. Bu durumda da faile ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçundan dolayı ceza verilmez.Diğer yandan yağma suçunda Kanun’un 43/3. maddesi gereğince zincirleme suça ilişkin hükümler uygulanamaz. Yağma suçundaki cebir, basit yaralanma ölçüsünde olduğunda suçun unsuru kapsamında olduğundan, faile ayrıca bir de bu suçtan dolayı ceza verilmez. Ancak 149/2. madde gereğince yağma suçunun işlenmesi sırasında ayrıca kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış halleri gerçekleşirse faile ayrıca kasten yaralama suçundan ceza verilir.
Suçun, mağdurun özgürlüğünün kısıtlanarak işlenmesi durumunda ise gerçek içtima hükümleri gereği, fail hem yağma hem kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ayrı ayrı cezalandırılır.
Yağma suçunda birden fazla hukuki değerin ihlali söz konusu olduğundan TCK’nın 42.maddesi kapsamında bileşik suçlar içerisindedir. Bu sebeple yağma suçunda içtima hükümleri uygulanamaz. Çünkü bu suçlarla kişilerin sadece malvarlığı hukuksal değerleri değil aynı zamanda kişi özgürlüğü ve vücut bütünlüğü değerleri de ihlal edilmektedir.
Malvarlığına karşı suçlar kısmında TCK’nın 167.maddesinde şahsi cezasızlık sebepleri öngörülmüştür. Fakat yağma suçu hariç tutulmuştur. Koşulları oluştuğu takdirde fail hakkında etkin pişmanlık hükümleri uygulanır.
Şikâyete tabi olmayan yağma suçunun soruşturulması ve kovuşturulması re ’sen yapılacak olup istisnai olarak alacağın tahsili amacıyla yağma suçunun işlenmesi durumunda sonuca göre şikâyetin varlığı aranacaktır.
Bu gibi durumlarda , davanın uzman bir avukat vasıtasıyla takip edilmesi oldukça önemlidir.
Av.Selin TÜRKER
Kaynaklar ;
Özbek,Özer Veli / Doğan, Koray / Bacaksız , Pınar / Tepe , İlker , Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler , 13. Bası Seçkin Yayıncılık , Ankara 2018
Günlük hayatımızın birçoğu trafikte geçmekte ve trafikte bazen istenmeyen trafik kazası olayları yaşanabilmektedir. Bir kaza meydana geldiğinde ” trafik kazasından sonra ne yapmalıyım , trafik kazasından doğan haklarım nelerdir “ gibi sorular vatandaşların aklına gelmektedir.
Öncelikle çift taraflı trafik kazası meydana geldikten sonra karşı taraf ile anlaşarak veya yaralanma mevcutsa olay yerine polis ekipleri çağırılarak kazanın ne şekilde olduğuna ilişkin kaza tespit tutanağı düzenlenmelidir. Tutanak düzenlendikten sonra, gerekli belgelerle birlikte başvuru yapılması halinde, kusurlu aracın kaza tarihindeki Zorunlu Trafik Sigortasını düzenleyen sigorta şirketi tarafından aracın onarım masrafları karşılanmaktadır.
Onarım masraflarının yanında aracınızın kaza öncesindeki değeri ile kaza gerçekleştikten sonraki değeri arasındaki fark değer kaybı olarak adlandırılmaktadır. Hukukumuza göre araç değer kaybı tazminatının da kusurlu tarafça karşılanması gerekmektedir. Değer kaybı tutarı, aracın mevcut piyasa koşullarındaki durumuna göre belirlenmektedir.
Ayrıca, aracın onarım süresi boyunca kullanılamadığı süre zarfında katlanmak zorunda kalınan masraflar da araçtan mahrum kalma bedeli ( araç mahrumiyet bedeli ) kapsamında yer almakta olup, bu bedelin de kusurlu taraftan tazmini mümkündür. Belirtmek gerekir ki, bu süre zarfında herhangi bir masraf yapılmamış olunsa bile Yargıtay tarafından bu tazminatın kusurlu tarafça ödenmesi gerektiği yönünde kararları mevcuttur.
Bu gibi durumlarda meydana gelen uyuşmazlıkların başvuru ve dava yolu ile çözümü gerektiğinden, konunun uzman bir avukat yardımı ile yürütülmesi olumlu sonuç alma ihtimalini artıracaktır.
Genel Açıklamalar ve Aranan Şartlar
İşverenler tarafından haklı veya geçerli bir sebebe dayanmaksızın işçilerin iş sözleşmelerin feshine sıklıkla rastlanılmaktadır. Böyle bir durumda, İş Kanunu’nda sayılan şartların gerçekleşmesi halinde işçilerin işe iade davası açarak işine geri dönme hakları mevcuttur.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 18.maddesine göre “Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.” Bu hükme göre;
-İşyerinde 30 veya daha fazla işçinin çalışması
-İşçinin en az 6 aylık kıdeminin bulunması
-İş sözleşmesinin belirsiz süreli olması
-Feshin geçerli sebebe dayanmaması
durumlarında Kanun gereği işçinin hukuki yollara başvurma hakkı bulunmaktadır.
Hukuki Yollara Başvuru
İş sözleşmesinin feshinin geçerli bir sebebe dayanmaması halinde, İş Kanunu m.20 gereği, fesih bildiriminin tebliğinden itibaren 1 ay içerisinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurulması gerekmektedir. Arabuluculuk sürecinde anlaşılamazsa, yine aynı hükme göre son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren 2 hafta içerisinde işe iade davası açılmalıdır.
Eğer arabuluculuk süreci başlatılmadan doğrudan dava açılır ise herhangi bir hak kaybı söz konusu değildir. İş Kanunu m.20’ye göre açılan davada verilen usulden ret kararının kesinleşmesinden itibaren 2 hafta içerisinde de arabulucuya başvurulabilmektedir.
Dava Süreci ve Davanın Sonuçlanmasından Sonra
Mahkeme, iş sözleşmesinin feshinde işverence gösterilen fesih sebebinin gerçek olup olmadığı yönünde araştırma yapar. Fesih için sebep gösterilmemiş veya gösterilen sebep mahkemece geçersiz bulunmuş ise feshin geçersizliğinin tespitine ve işçinin işe iadesine karar verilir. Mahkemenin vermiş olduğu kararda;
-İşçinin süresinde işe başlatılmadığı takdirde işverence ödenmesi gereken tazminat tutarı,
-Kararın kesinleşmesine kadar işçinin çalıştırılmadığı süre zarfında işçinin en fazla 4 ay tutarındaki ücret alacağının ödenmesine ilişkin hususlar da yer alır.
Verilen kesin nitelikteki işe iade kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içerisinde işverene başvuruda bulunulmalıdır. Bu sürede başvuru yapılmadığı takdirde işverence yapılan geçersiz fesih, geçerli hale gelir.
İşe iade talebiyle başvurulduğunda, işveren 1 ay içerisinde işçiyi işe başlatmaz ise mahkeme kararında belirtilen işe başlatmama tazminatını işçiye ödemek zorundadır.
Son olarak, Kamuda işçi sıfatı ile çalışmakta olan işçiler de İş Kanunu hükümlerine tabi olduğundan, kamu işçilerinin iş sözleşmelerinin haksız feshi halinde işe iade davası açabileceğini de belirtmek gerekir.
Bu gibi durumlarda meydana gelen uyuşmazlıkların başvuru ve dava yolu ile çözümü gerektiğinden, ayrıca sürelerin de hassas biçimde takibi gerektiğinden konunun uzman bir avukat yardımı ile yürütülmesi olumlu sonuç alma ihtimalini artıracaktır.
Hizmetlerimizin kapsamı ve çalışma şartları hakkında bilgi almayı istemeniz, halinde, sitemizdeki iletişim kanallarından herhangi birini kullanarak bizimle iletişime geçiniz.